Translate
Harca beni bozuk para gibi
Caricature Map of Europe 1914
The Clanker Powers:
Germany is a massive military machine with weapons aimed outwards to all surrounding countries. It points threateningly at Britain, not so much as a sign of direct aggression, but more as an indicator that it was now Germany’s turn to start a grand global Empire to challenge the world’s current one.
Austria Hungary is an aggressive armoured giant, teetering on shoddy foundations. It is also the primary aggressor in a land grab against Serbia, with two bayonets piercing the border.
The Ottoman empire is a teetering automaton, collapsing under the weight of a paranoid and ungainly spying network that gazes at Europe through many lenses and spy glasses.
The Swiss watch ticks away the time, comfortable to wait it all out.
The Darwinist Powers:
Britain is an militaristic lion with a Roman Imperial italic-type helmet. It sits upon a mound of riches gathered from its Empire.
France’s elephant beast (wearing the French kepi they started the war with before adapting their firefighter helmets) is influenced by the Elephantine Collossus built for the Universal Exhibition of 1889 in Paris (later it ended up going to the Moulin Rouge.)
Russia is a huge imperialist bear, rotting and filled with maggots.
Serbia’s imagery is an indicator of the huge amounts of civilian deaths and suffering they’ll find themselves subject to.
Norway and Sweden are both Scandinavian trolls in the style of John Bauer, an inspirational illustrator from the era who produced a lot of phenomenal work during the war.
Portugal is a parrot for the Entente trying to goad a slumbering Spain into the war.
Ireland looks askance to Britain and brandishes a shillelagh. An indicator of their very rough relationship at the time, and of their upcoming involvement with the Central powers.
Italy is a clutch of snakes with intents on the Central powers despite existing agreements. A foreshadowing of their arrangements at the secret 1915 Treaty of London where they were promised land in exchange for involvement. It was heavily influenced by Italian Prime Minister, Antonio Salandra’s open policy of serving Italy’s "divine self-interest."
Be My Husband
Nina Simone
Jeff Buckley (Be your husband)
Antony and the Johnsons
Damien Rice & Lisa Hannigan
Shara Worden
Aslana aslan gibi
Kurtlar vadisi kizim dedi.
Kahretsin ehehehe
Ozlem
Sabah uyaninca baslayip aksam yatana kadar artararak devam eden bir ic sizisi, burun diregi sizlamasi.. Beklemek ve beklemek, neyi bekledigini bilmeden, bildiklerine de ulasamadan.
Zor zanaatmis. Bir an once gecer umarim.
Brezilya'lı Billie Jean
Dinlerken eriyip gidilebilen bir sesin sahibi olan bu baba müzisyenin bir de protest bir kimliğe sahip olması ayrı bir memnuniyet uyandırıyor bende.
Veloso'nun saymakla bitmez kayıtları arasında 1986 yılında yaptığı kendi adını taşıyan albümünde de yer alan bir cover var ki dinler dinler 'Tamam öldür beni Caetano' dersiniz, dikkat edin. Bu cover; Billie Jean. Bildiğimiz MJ şarkısı.
Linda Batista isimli Brezilya'nın 50'li yıllarda meşhur yorumcusunun Nega Maluca isimli şarkısı ile başlıyor ama bu kez:
"tava jogando sinuca
uma nega maluca
me apareceu
vinha com um filho no colo
e dizia pro povo
que o filho era meu"
(Çeviri Portekiz'li bir arkadaşın bana gönderisi, sağolsun. Tabi yanlış varsa günah onun)
"i was playing snooker
a crazy black woman
came to me
with her son on her lap
and she was telling the people
that the son was mine"
***
Hiçbir cover bir şarkının orjinali gibi olamaz vs., evet, tabiki... Hani bunu derseniz katılıyorum ben de, en baştan söyleyeyim. Zaten buna da pek cover denemez. Veloso, başlamış Nega Maluca ile almış Billie Jean'i, katmış içine bir tutam The Beatles, Eleanor Rigby'i ortaya yeni bir şarkı cıkarmış. Kıyaslamayınız.
Video Amerika'da o yıllarda albüm tanıtımı öncesinden bir kayıt, o yıllardan bir performans.
Forget Her
Bazi insanlarin icinde ask digerlerinden daha belirgin can bulur gibi dusunurum hep, sanatin da askin dogadan alinan herhangi bir yansimayla disa vuruldugunu... resim, muzik, heykel vs. bilemiyorum tabi, bunlar bos vakitlerde gelen tartisilip olgunlasmamis dusuncelerim ayni zamanda atiyorum ezelden. Ama su sarki birine yazilmamis diyelim, peki nasil her dinleyiste daha yavas daha yavas cana kastediyor onu desin biri.
Sozlere tikla gel.
Dünya
Karanlikta dinlenmez bu sarki, gozler de kapatilmaz sonra elimden sigara dusecek de evi yakacagim da...
Into the Wild
MTV Crow HD
Boz Ala Boz Basli Pis Porsuk
Me Me Me
Muziksiz Ask, Asksiz Muzik Olmasin
Gönlü Geniş Ruhu Gezgin Sufi Meşreplerin Kırk Kurali
Bireysel seruvenlerde karsilasilan verileri toplayarak bilgiyi buyutmek varetmek bir de bununla yasamayi ogrenmek... Vay anasini hayat! Sen neymissin be... demekten kendimi alamiyorum her gun ya uyandigimda ya uyumadan.
Gönlü Geniş Ruhu Gezgin Sufi Meşreplerin Kırk Kurali ne de guzel zamanda gonderildi guzel bir arkadasim tarafindan. Felsefe her zaman guzeldir, hayat enstrumanlarindan birisi oyleyse ta kendisi. Uzman falan degilim kafam kendimden fazlasina basmiyor. Kendimde de paylasacak bir seylerim var iste, etkisinde kaldiklarimi paylasamasam duydugum hazzin bendeki tadi da eksir, aksi halde bencil huysuz bir yari insana donusurum diye korkuyorum cunku.
Kimin neye inandigini sorgulamaktan ziyade kendisinin nasil yasadigini umursayan varsa buyursun okusun 40 kurali 40 kere, umarim bir cumlesi bile iceride bir yerlere dokunur:
***
1. KURAL: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
2. KURAL: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil.
3. KURAL: Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonraki batını mana. Üçüncü batınının batınısıdir. Dördüncü seviye o kadar derindirki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
4. KURAL: Kainattaki her bir zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü o camide, mescitte, kilisede, havrada değil her an her yerdedir. Allahı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim onu bulursa sonsuza dek onda kalır.
5. KURAL: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini...” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği “Bırak kendini ko gitsin!” Akıl kolay kolay yıkılmaz aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpde var.
6. KURAL: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.
7. KURAL: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
8. KURAL: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
9. KURAL: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirlerki gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
10. KURAL: Ne yöne gidersen git, doğu, batı, kuzey ya da güney çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır.
11. KURAL: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
12. KURAL: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp değişmeyen yoktur.
13. KURAL: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit, seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.
14. KURAL: Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol! Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?
15. KURAL: Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek herbirimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire, eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
16. KURAL: Kusursuzdur ya Allah, O’nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.
17. KURAL: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpde olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir; suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
18. KURAL: Tüm kainat, olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil; bizzat içimizdeki sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki, nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak yaradanı tanır.
19. KURAL: Başkalarından saygı, ilgi, ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolla dı mı sevin! Yakında gül yollayacak demektir.
20. KURAL: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir…
21. KURAL: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hak’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
22. KURAL: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.
23. KURAL: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan uzak dur.
Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde….
24. KURAL: Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile; gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
25. KURAL: Cenneti ve cehennemi illaki gelecekte arama. İkiside şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak cenneteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak tepetaklak cehenneme düşüveririz.
26. KURAL: Kainat yek vücut, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele de senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
27. KURAL: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.
28. KURAL: Geçmiş zihinlerimiz kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.
29. KURAL: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzegah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin….
30. KURAL: Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kötü laf etmez.
Sufi kusur görmez. Kusur örter.
31. KURAL: Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
32. KURAL: Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!
33. KURAL: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
34. KURAL: Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir beldede yaşar .
35. KURAL: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
36. KURAL: Hileden desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer.
Onun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!
37. KURAL: Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.
38. KURAL: “Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?” diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
39. KURAL: Noktalar sürekli değişse de, bütün her zaman aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.
40. KURAL: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve tanımlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde…
***
Ederi olmayan gunlerden bahis
Bir nehir kenarinda yalniz basima oturup sadece suyun akisini saatlerce izlemek, zamani durdurmakla esdeger benim icin. Durdurabilsem buna benzer bir sey olurdu diye dusunuyorum ve de duran zaman dunyanin degil benim zamanim oluyor. Hava kararmasa, aksam olmasa, ihtiyaclarim ayyuka cikmasa hic hissetmeyecegim oradaki varligimi bile.
Telefonum kapali, kafamda kacis noktalarim ve ben onlarin uzerinde sereserpe onlar benim uzerimde boylu boyunca bir haftasonu... Bir ara gunesin altinda cimenlerin uzerinde, bir ara bilmedigim bir sokakta elimde zeytin kavanozuyla yuruyerek, dinlemedigim muzikleri dinleyip, tatmadigim bir seyleri tattigim hesapsiz, tasasiz, plansiz bir uc gun...
Kacis noktam ve ben upuzun duzlugun ardinda kibrit copu kalinliginda gorunen insanlarin top kosturmalarini seyredip, zeytin cekirdeklerini dogayla kavusturup zeytin agaci ciksin dileklerinde bulunduk. Arada bir de cocuklugunun en guzel yaslarinda parandeler atan, abisinden gucluce duran sari kafali veleti seyredip gulumsedik. Yuzumde gunes ve tebessum daha guzel yasam kaynagi mi olur? Muzik olur mesela. O da vardi guzelinden.
Eve dogru yola ciktigimda 3 gunun muhasebesini yapabilmek icin yalniz kaldigimda uzun zamandir bu kadar dinginlesmedigimi farkettim. Kac gundur kacak oldugumu bile o an toplayip cikardim.
2 mi?
3 mu?
3.
Ruhum cekilmis gibi 5 cm havadan yere basamadan yururken metroda canli muzik yapan muzisyenle su replikte goz goze geldim: 'that was just a dream just a dream just a dream, dream...' .
O gozlerini kacirdi soylediklerinin benim icin ne ifade ettigi konusunda en ufak bir fikri olmadan, ben de havalandigim yukseklerden asagi inip cebimden 1 pound cikardim. Dizlerimi kirarak onune biraktim, gulumsedik.
Diyemedim ki ruya muya, bu 3 gunun ederi yoktu oysa.
Lost
Doesn't mean I'm lost!
Doesn't mean I'll stop
Doesn't mean I will cross
Doesn't mean I'm hurt
Doesn't mean
I don't get what I deserved
No better and no worse
Every river
That I tried to cross
Every door
I ever tried was locked
Oh and I'm just waiting
'til the shine wears off
In a little pond
Doesn't mean you've won
'Cause a long may come
A bigger one
Every river
That you tried to cross
Every gun
You ever held went off
Oh and I'm just waiting
Until the firing stopped
Oh and I'm just waiting
'til the shine wears off
With the same sword
They knight you,
They gon' good night you with
Shit,
That's only half
If they like you
That ain't even the half
What they might do
Don't believe me, ask Michael
See Martin, see Malcolm
See Biggie, see Pac,
See success and its outcome
See Jesus, see Judas
See Caesar, see Brutus,
See success is like suicide
Suicide, it's a suicide
If you succeed,
Prepare to be crucified
Media meddles,
Niggas sue you, you settle
Every step you take,
They remind you
You're ghetto
So it's tough
Being Bobby Brown
To be Bobby then,
You have to be Bobby now
And the question is,
'Is to have had and lost
Better
Than not having at all?'
Because I'm
'til the shine wears off
Oh and I, just waiting
'til the shine wears off
Scintillation
Sonucunda da ortaya şöyle de bir şey çıkmış:
SCINTILLATION from Xavier Chassaing on Vimeo.
All of my fruit is yours to take
You can like it or not
You can love me or leave me
Cus I'm never gonna stop
Arif Ustanin Cin Lokantasi
"Heligadikiiiii" "Kiii buddy kiii"
Duragima geri dondum.
Koltuguma yerlestim, simdi gideriz birazdan evdeyim oh bee...
......
O anki tedirginlik seviyem, mevcut dil bilgim ve bir kac kadeh kirmizi sarabin destekledigi hayal gucum birlesince benim icin "in cabuk bomba var" gibi bir anlam cikti ortaya.
Seni yenecegim Landin...
Imlaydi espasti derken kendimi Londra"da buldum. ş`leri soyleyemeyen bir klavyenin kullanicisi oluverdim birden.
Sabah erken saatlerde sokaktaki herkes (beyaz) Ingilize benziyordu, oglene dogru Hintli, Koreli, Turk, Ispanyol derken aksam uzeri eve donuste herkes (zenci) Ingilize donustu. Herkesin sivesi ne kadar da farkli, insan kendi eksikliginden utanmiyor ne mutlu.
Metroda kendi arasinda nece oldugunu anlamadigim bir dilde konusan iki sapsarisindan biri birden donup "do you know the word guy, like dude?" diye bir soru sordu. Birisi ingilizcemi sinayacak diye mumkun mertebe az konusurken eve donus yolunda birden boyle bir soruyla karsilasinda kendimi yakalanmis gibi hissettim. Gerekceleri de gay ile guy arasindaki yazim farkini anlamakmis. Iste burasi bu kadar gay demek istedim nedense.
Bagladim gitti...
"He's so great, maybe the greatest"... Richard Avedon
sırasıyla:
- Marlon Brando, 1951
- Audrey Hepburn, 1953
- Cher, 1974
- Major Claude Eatherly (Hiroshima Pilotu), 1963 Democracy serisinden,
- Barack Obama, 2004
(daha fazlası için; http://www.richardavedon.com/)
Sessizliğe dair; Micheal Kenna
Manhattan Skyline, New York, New York, USA
Çok uluslu banka HSBC'nin reklamlarında Kenna güzel bir seri yapmış, Türkiye'yi es geçmemişler.
"Espas"ı Geçmeyelim
Manyak mıyım ben? Hayır, sadece karşımdakinin işini kolaylaştırırsam belki beni daha iyi anlar diye umuyorum. Gönlümce "nktalama isartlerniin ta a.q." falan yazma özgürlüğüm de var elbette, ancak ben onları acele yapılan msn yazışmalarıma saklıyorum.
Sanal mecrada usulüyle metin yazmayı Üniversite 1. sınıfta bilgisayar dersinde öğrenmiştim (şimdilerde Mersin'de yaşayan ve bol bol tantuni yediğini duyduğum Beyhan Hocam'a selam olsun), sanırım öğrenimim süresince konuyu fazla ciddiye almışım ki beynimdeki bazı noktalarda hasar meydana gelmiş. Çünkü ben redaktör olmadığım halde, gözlerim öyleymişim gibi davranıyor. Gözlerimin espas hatalarına olan duyarlılığından fevkalade şikayetçiyim.
Espace Fransızca'da boşluk demek ve İngilizce'deki space de buradan geliyor. Türkçemize de espas olarak geçmiş. Noktalama işaretlerinden ve kelimelerden sonra konması gereken o tek bir boşluk yok mu o tek bir boşluk...
Herhangi bir metindeki espas hatalarının sayısına göre o metni okuma hevesim bile değişebiliyor. Hele iş başındayken elime geçen resmi yazılarda, sözleşmelerde veya e-posta yazışmalarında denk geldiğim zaman o metni ciddiye almakta zorlanıyorum. Takribi olarak 3. cümleye geldiğimde metni yazan kişi hakkında kafamda infaz başlıyor:
"Hımm... özensiz birisi sanırım..."
"Hımm... göz zevki de yok bunun canım..."
Aşağıda 2009'a girişimizle kullanmaya başladığımız ve bana monopoly paralarını anımsatan boyutlarıyla İkiyüz TL'lik bir banknot var. Hayır efendim, "ikiyüz" değil "iki yüz". Bu yanlıştan ötürü koleksiyoncular koşturmuş bankalara, serinin ilk paralarını alabilmek için. Tarihi bir hataymış bu onlar için, valla benim için de öyle çünkü Türk Dil Kurumu diyor ki “Sayıların her rakamını ve basamağını gösteren sözcük ayrı yazılır”. Çek yazarken durum farklı, araya başka bir rakam konulmasın diye bitişik yazılmalı.
İş yerinde bir kamu kuruluşuna yazdığımız resmi yazı, bu imla kuralına uymadığımız için geri dönmüştü. E ben de bana bu hatayla 200 tl basan başka bir kamu kuruluşuna "bunda espas hatası var" diye parayı geri göndereyim madem.
Nikol'ün Huri'si, Nuri'si, Pinti'si
Sokağa gizemli bir hava katıyor sarmaşıklı perisiz köşk ama bunun ne bana ne de komşulara faydası olduğunu sanmıyorum. Bu durumdan faydalananlar; camlardan kuyruklarını sarkıtarak gelene geçene ıslık çalan ve içeride komün hayatı yaşadığından şüphelendiğim semtimizin kedileri. Ateş yakıp etrafında toplanıp kedi kurban eden satanist kediler bunlar, onların arasına ısrarla girmek istemeyip bizim evin bahçesine sığınan Nikol Kidmın ismindeki kedi anlattı her şeyi, paçayı zor kurtarmış. Ancak yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş kendisi. Daha 1 yaşına bile vardığını sanmıyorum, doğurdu. Bir yandan onu besleyip bir yandan Janti'nin gazabından koruduğum için belki de, hamile olduğunu bile anlamamıştım.
Bir sabah işe gitmek için evden çıktığımda önümden koşarak geçen sarı beyaz bir kedi gördüm. Alice harikalar diyarındaki Macide ben, beyaz kediyi takip ettim. Bir apartman girişinde Nikol ve ona yumulmuş kediler... Hikayemiz burada başlıyor aslında. Ev halkıyla bu gençleri keşfedince koruma altına aldık. Aşılar, ilaçlar, sütler, ciğerler... Camdan bakıp kedileri beslediğimizi gören Janti'nin kıskançlık iniltileri eşliğinde 3-4 ayda 4 kedili 1 köpekli bir aile olduk. Önceleri içi battaniyeli, karton kutudan bir gecekondu yaptı babam onlara, 3-4 saatte bir içine sıcak su dolu şişeler yerleştirdi. İsim de koyduk. 1'i dişi, 2'si erkek.
Bir gün, gençlerden Pinti'nin nefes alıp vermesindeki sorun çekti dikkatimizi, veteriner ciğerlerinde sorun olduğunu ve eve almamız gerektiğini, bu soğukta kalırsa ölebileceğini söyledi. Aldık. Janti, evdeki kedi kokusu yüzünden krizlere girip kapılarda yatsa da durumu kabullenmek zorunda kaldı. Onunla yüzleştirmeden odama yerleştirdik Pinti'yi. Beraber uyuduk, oynadık, şırıngalardan ilaçlarını içirdim, hatta Nip-Tuck'dan 3 sezon eşlik etti bana meraklı gözlerle göğsümde yatarak. Fazla izlemiş olabilir çünkü iyileşince piçin teki oldu çıktı, sokaktan geçen kızlara camdan göz kırpıyor şimdilerde.
Neden bilmem bu iptila
Pelin Batu'da eşlik ediyor kendisine ve tarihle ilgili konulardan bahsediyorlar. Anlamak zor oluyor bazen benim için, alık alık bakmıyor değilim ekrana. Pelin Batu'nun edebiyat/tarih konusundaki akademik bilgisine saygı duydum, o da bunu istiyor sanırım. Bir de Mehmet Turgut'un fotoğrafladığı Elizabeth Bathory (tarihin ilk kadın seri katili) serisindeki modelliği vardı görüp de "aferin sana kadın!" dedirten.
Neyse, programda sohbet aralarında İstanbul Üniversitesi'nde Devlet Klasik Türk Müziği'nde okuyan Yaprak Sayar isimli bir bayan, Nihavend makamından eserler seslendiriyor. "Neden bilmem bu iptila" isimli eseri seslendirirken Janti horlamaya başladı. Müzikten anlayan bir köpeğim var, ne güzel.
Arı abla
Nejat Talas ve Pervanem
Meraklı amatör rolümü en güzelinden oynayıp çekim arasında karnımızı doyururken "Nasıl başladın fotoğraf çekmeyeee?" diye bir soru sordum bir ara, "Canım sıkılıyordu bir şeyler yapayım dedim" diye cevap alınca mideme bir ağrı saplandı, söylemedim ama. Canım sıkıldı mimar oldum, canım sıkıldı ressam oldum demek gibi bir şeydi bu çünkü. Kendisini hasetle seviyorum, kral adam. Canımı sıkıyor, o ayrı... [edit: pervaneli fotonun telif haklarını vermedin ya, alacağın olsun (eheheh)]