Translate

Showing posts with label Geçit. Show all posts
Showing posts with label Geçit. Show all posts

bildiğin gibi değil

Diyor ki, "ya bugüne kadar yaşadığın her şey seni hayal edebileceğinden daha büyük bir hayale hazırlıyorsa?"

Başka türlü bir seçeneği ben kabul etmiyorum şahsen. Sevgiler.

hayat nasıl bir şey

Hayat, toplumun bana anlattığı gibi bir şey olmak zorunda değil. Veya bugüne kadar benim nasıl olmam gerektiği konusunda bana anlatılan hikayelerden hiçbiri olmayabilir.

Kaderim başkalarının benim nasıl bir hayata sahip olmam gerektiği ile ilgili yorumlarına göre çizilmiş olamaz, olmamalı. O zaman işin heyecanı da kaçar, kaçmaz mı? Ayrıca heyecanlı da olmak zorunda değil tüm hayat, heyecan tüm yaşanması muhtemel duygular arasında tek başına bir duygu durumu olarak yer alabilir...

Anahtar

Bir gün önce E. arkadaşımla buluşup uzun bir sohbet etmiştik.
Uzun süre emek harcayıp açmak üzere olduğu bir mekanda içki satışı olduğunu öğrenince yatırımcı olarak fikrini değiştiren babasının kısa bir süre önce bar mı açsak diye kendisini aradığından bahsetti. Ben de mekanın adı 'broken hearts' olsun demiştim, üzerine gülüşmüştük.

Nüktemin kaynağı 'Museum of Broken Relationship', Z. arkadaşım yeni ziyaret ettiği bu yerden bir kaç hikayeyi facebook'ta paylaşmıştı. Paylaşımı ve müzedeki hikaye şu şekilde:

A garage door key:
Approximately 3 year,
on and off Oakland, USA

He lived in fairy tales and fantasy. He created beautiful worlds out of thin air, whispered them into my ear then rode his bicycle to distant lands. He slayed dragons while he was away, protecting his maiden's honor. He returned transformed. He returned to feed me figs and honey and to sing songs of my beauty. He created beautiful worlds, but he was too afraid to create a beautiful world with me. One magical day he presented me with a gift, a key. A key to his garage, a key to his kingdom. I accepted, and felt my insides explode into a million colorful heart-shaped confetti pieces. My heart, my gut, everything. I surrendered. I flew to his faraway lands. I cloaked myself in rainbows and wore dresses made of moonstone, amethyst, and citrine. Finches adorned my hair, their beautiful song haunted every place I visited. I glowed. I shined so bright. My light blinded him, he was afraid to come near it. He feared a burn, a scar, pain. So he extinguished my light.

I loved him, I loved him, I loved him.

I wanted to transform into a magician. I wanted to use my powers to shine light onto his cowardice. I wanted him to burn his dark kingdom, his palace of fear that prevented him from opening his heart and allowing love in. I wanted him to turn his back on the ashes and the rubble, to run from it and into my arms.





Ertesi gün sabah saatlerinde bahçede güneşin altında, capcanlı renklerin ortasında yanımda kedi ve köpekler kahvaltımı ediyordum.

Hemen sonra bir kaç gün önce hayal kırıklığı yaşadığım bir konu kalbime dokunuverdi, renkler ufak ufak solmaya başladı, kediler yaklaşıp sarmalamaya başladı ben de ilişkimi çevremdeki canlılıktan ve hayattan çok tabağıma yöneltmeye başladım. Olayı paylaştığım, ailemden olan o kişi de dışarı çıktı ve eve girmek için "anahtarın var mı?" diye sordu. "Evet" dedim. Sonra yanımdan geçip gitti.

O sırada aklıma 'broken hearts' nüktesi geldi ve aynı anda evin yanındaki sokaktan benim yaşlarımda belki bir kaç yaş daha genç bir adam çıkıverdi ve "merhaba!" diye bana seslendi. Kısa bir konuşmanın ardından öğrendim ki anahtarını kaybetmiş ve benim evin diğer tarafındaki terasa düşürmüş ama hangi balkon olduğundan bir türlü emin olamamış. Elimdeki tabağı bırakıp eve yöneldim, içeri davet ettim birlikte çıktık terasa.

"Burası değil galiba, yok şu ev sanırım, evet evet şurası -->".
Fatma ablanın terasıymış orası.

Ani gelişen konuşmamız sonrası kendini birden bir yabancının evinde bulduğu için mi, anahtarın yerini tespit etmiş olmanın heyecanıyla mı yoksa hem fikir olduğumuz an göz göze gelişimizin gerçekliğinden mi emin değilim ancak "teşekkür ederim" dedikten sonra ayak sesi çıkarmayarak hızlıca süzülerek uçup gitti.

Bahçeye döndüğümde bir de ne göreyim, kediler peynirimi yemiş!


missing desert

Everything but the girl grubunun Missing şarkısı çalarken önümden Desert Glory isminde gemi geçmesi: "Like the desert miss the rain".


yeniden yapılan/ma.

yassı

yerin dibinde ve göğün tepesinde iki oluş’un birbirine yakınlığı kadarız ve aynı zamanda bu uzaklığın ayrıklığı kadar yakınız. seni her yargıladığımda kelimelerimde olduğun yere bir göz atıyorum ve kendimdeki uzaklığımı görüp ürküyorum ortaya varamama ihtimalime. sınırlara yaslanıp esnettiğim hallerim, varmak istediğimi sandığım yerlerden öyle yassı ki.

-
Nisan 20, 2016

yol var

Korkuyorsun, ne güzel.
Demek ki bir yol var görünen.

hayal

hayalinizi biliyor musunuz?

ben/siz

acıttı düşüncesizliğim

değerli sandığım düşünceyi

değersizleştirişim ben/sizliği.

-
Nisan 9, 2016

Ot

Bir gece, bir evde içim(d)e doğdun. Ölmüş topraktan bittin, tünedin; yabani ot gibi. Tutundum sana. Sözlerin, zamanla değerlendiler ve böylece her gün daha çok sevdim seni.

-
Mart 28, 2016

bbb

bombokboşluk

boşlukbombok

boklukbomboş

-
Mayıs 1, 2016

Hafızanın kusuru

Hafızanın kusuru unutmasıdır dediklerinde bu kadarını beklemiyordum.

-
Nisan 30, 2016

köşedeki kadın

Sokağın köșesinde bir kadın gördüm bugün ağlayan, neden sen geldin ki aklıma...

-
Nisan 29, 2016

Tilt

bir okun fırlamadan önceki gerginliği var üzerimde ve yaslandığım yerlerin kendimi bırakmam koşuluyla vadettiği itme gücünde de gerginlik… uçup gideceğim. bir tilt makinesindeki parlak metal topu andırıyorum. buz gibi, köşesiz ve hazır. peki nereye gideceğim? yolumda giderken çarpacağım yerlerin beni dönüştüreceği hal… evet, kesinlikle bu korkunun sebebi o olmalı.

-
Eylül 16, 2016

tün-el

Yeni bir şey öğrenmeye başlarken daha girizgahın sadece yansımasını bile görünce oluşan dirence rağmen, düşünceleriyle konuşup yüzünü çamura gömercesine itme gücüyle esneyip şekillenerek karanlığa dalıyordu. O kadar yalnızdı ki, kendini keşfe dair olduğunu sezdiği her yeni girişimi hayatına konumlayışını zihninde resmederken özgürlüğünü kısıtlamadan onu çevresinde dolanarak sevebilecek; akışkan ama kaynağı tükenmeyen bir sevgi tarafından sarıldığını, O sevgili tarafından izlendiğini hayal edip, güven duygusunu tecrübe etmeye çalışıyordu.

-
Aralık 24, 2016

"kazan" dairesi

topraklarında kaybolan ilk sinek ben değilim. ışığını kaybedip pervaneye doğru kanat çırpan ilk kanatlı ben olamam. benim realitem kendi karanlığından çıkmayı başarıp yeniden doğmak üzerine kurulu. doğduğumda kelebek olmak gibi hayallerim elbette var ama eğer bir sinek olarak doğacaksam da şartlarım var. bu şartların ne olduğunu bilmiyorum. şartlarım, olmaları gerektikleri için varlar. ya da ne olduklarını bilmediğim için cevap veremiyorum. yeniden doğmam lazım çünkü mevcut halimle yaşamak artık dayanılmaz olmaya başladı. her şeyin bu andan ibaret olduğunu bilmek ama anın içinde sürekli içe doğru çökmek gibi hislerim. ne hissettiğimi anlamaya çalışırken anlar birbirini kovalıyor ve ben yine geç kalıyorum. gömülüyorlar ve beni ağırlaştırıyor hatta donduruyorlar. vücudumda akmayı bir türlü öğrenememiş enerji blokları olarak varlıklarını asla unutturmayıp beni sürekli onların olmadığı bir hayatı düşleme konusunda mecbur bırakıyorlar. daha iyiyi daha güzeli düşlemek o kadar çok zamanımı alıyor ki, bu düşleri gerçekleştirmek için hiç enerjim kalmıyor. hissetmek için kendine ne hissettiğini soran bir insan ölmüştür sayılır zaten sanıyorum. ağır işleyen bir kazan dairesi gibiyim. hiç işlemiyor değilim. hem bir sinek hem de bir kazan dairesi olmak ne demek biliyor musun? bu soruyu yönelttiğim biri olduğunu zannetmek mesela? ağır işçinin işleri bunlar hep. bir özgürün uğraşacağı konular değil. yazdıkça yaşadığıma dair umutlanmak ve düşlerin içerisine ‘ilerde’ olabileceğimi düşlediğim şeylere bir yenisini ekleyip geleceği beklentilerle dolu bir çöplüğe dönüştürmek ve bir çöplük olarak gördüğün bir yere erişme konusunda gayret gösterememek gibi görevlerim var.

-
Mayıs 31, 2017

Ol'an kelebek

Günlerdir evde değilim, geldiğimde duvara konmuş bir kelebek ile karşılaştık. Odamdaydı. Odam koridorun en sonunda, başında ise salon var. Bir çorba ısıttım, biraz da ekmek kızarttım. Ekmeğin üzerine gravyer eriterek ne kadar şımarık olduğumu düşündüm bir yandan. Gravyer alacak lüksü haydi kendime layık gördüm de kızarmış ekmeğin üzerine eritmek jakuziyi sütle doldurmaktan hallice oldu sanki. Kaşar bulamadım gravyer yedim sevgili Madam Antoinette, nasıl da haklıymışsınız meğer önerinizde. Salona oturduğumda düzenimi bir daha kalkmamak üzere oluşturmaya gayret ettim, bilgisayarımın şarjını takıp okuma ihtimalim olan kitapları yakınıma koydum. Giriş katındaki evimin pencerelerini, gözetlenme ihtimaline mahal vermeyecek şekilde tül ve güneşlik perdelerimle milimetrik sürükleme hareketleri yaparak örttüm. Bir adım geri giderek, odayı havalandırmak adına sineklik olan pencereyi açık bırakmayı başarmıştım ve buna rağmen hiçbir yerden dışarının görünmeyeceği şekilde ayar çekmiştim. Kendimle gurur duyarken bayram süresince nefsime istediğini yemek konusunda sınırsız erişim sağladığım için hızlıca büyümüş güzel kalçalarımı fazlasıyla yumuşak koltuğuma serdim. Kendi kalçalarına güzel der mi insan demeyin, başkasında görsem dokunmak isterdim ve üstelik bunun hiçbir hastalıklı yanı yok. Çorbamdan bir yudum aldım, ekmeğimden de bir ısırık… derken kelebek efendi teşrif buyurdular salona! Uzun zaman yalnız kalmak kolay değil hak veriyorum, ışığı görünce gelmiş olmalı. Salonda köşe bucak gezinmeye başladı zat-ı muhterem ve birden gözümün önünden kayboldu. Sonra odanın ortasında olmadık bir anda yeniden belirmesi Narnia’ya gidip uzun ve mutlu bir hayat yaşadıktan sonra yarım kalan menkıbesini tamamlamak üzere geri geldiğine beni inandırdı. Bu esnada önce ondan ezici derecede üstün olduğum sanrısına aldanıp insanlaştım. Büyüktüm, ellerim vardı ve kocaman ağzımla gravyerli ekmeğimi yutuyordum. Pencereyi açarsam gidebilirdi, istemezsem kısa ömrünün sonuna kadar bu evden başka bir yer göremezdi sinekten bozma kelebek cinsi olan bu hayvancağız. Bir hareketimle ölüp gidebilirdi ayrıca. Bir yandan başka bir duyguya kapıldım. Davetsiz ve yolunu kaybetmiş görünen oydu ancak benden daha özgür olduğunu hissettim. Bir anda fevkalade kıskandım onu, hayatı gereksiz onlarca detayla dolu değildi ve bilinci sanıyorum yalnızca olmak üzerine vardı. Yalnızca uçuyordu, üzerinde kumaş ağırlığı yoktu. Gözetleyen komşular, sulaması gereken çiçekler, ödemesi gereken kira veya eritmesi gereken bir bayram poposu yoktu. Sadece ama sadece uçuyordu, ışığa yaklaşıyor sonra uzaklaşıyor sonra mutfağa gidiyor, bir şeye dikkat kesilip birden duraklıyor yine gözden kayboluyor ve geri geliyordu. Ol’an kelebek özgürdü.

-
Aralık 24, 2016

hope'um patladı


Patlattılar, hiç bir şey yapamadım. Öyle baktım kaldım.
Top'arlayamadım.
Güne nasıl başlanır, güne nasıl devam edilir, güne nasıl dayanılır unuttum.
Unutuyorum.

Yeşermeye çalışıyorum. Topraklar kupkuru. Suluyorum suluyorum yine suluyorum yine kuru.

Kurutuyorum belli ki. Bir kaynak arıyorum. Böyle, bir fışkıracak ki bir daha kurutmak kimsenin elinden gelmesin.

Hope'umun patladığını hatırlamak bile mümkün olmasın.

İçimdeki 'Yapma' sesi, yerini 'işte böyle' ile değiştirsin. 
Beni delirten, beni kendimden çıkaran sesler, hiç olmasın. Her ses, kendime döndürsün beni. Her hareketim emin bir yerden gelsin. 'Acaba'lar tükensin. Emin olsun adım. Her adımım emin olsun.

Gördüklerim, gerçek mi? Bunca gördüğüm akıp gitsin içimden. Müzik hiç susmasın. Sustuğu anda ölüyorum. Ölmek değil, yaşamak istiyorum. Kana kana sevmek istiyorum ve artık yalnızca bir kez ölmek istiyorum.

Hayır sesine gerek bile olmasın.
Evet'lerimi duyayım.
Haykırsın evetler.
Eveeet,
eveeeet, eveeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeweeeeeeeeeet!
Yaşamaya evet.


Ederi olmayan gunlerden bahis

Nerede oldugumun hesabini kendimden baskasina vermedigim vakitler hayatimda kus tuyu hafifliginde yasadigim anlara tekabul edebiliyor. Sorunlar sorumluluklar rutinler hepsini bir kenarda bekletip telefonumu kapatip kimsenin beni bulamayacagi bir yerlere siginmak, hos geliyor nefes veriyorum sanki.

Bir nehir kenarinda yalniz basima oturup sadece suyun akisini saatlerce izlemek, zamani durdurmakla esdeger benim icin. Durdurabilsem buna benzer bir sey olurdu diye dusunuyorum ve de duran zaman dunyanin degil benim zamanim oluyor. Hava kararmasa, aksam olmasa, ihtiyaclarim ayyuka cikmasa hic hissetmeyecegim oradaki varligimi bile.

Telefonum kapali, kafamda kacis noktalarim ve ben onlarin uzerinde sereserpe onlar benim uzerimde boylu boyunca bir haftasonu... Bir ara gunesin altinda cimenlerin uzerinde, bir ara bilmedigim bir sokakta elimde zeytin kavanozuyla yuruyerek, dinlemedigim muzikleri dinleyip, tatmadigim bir seyleri tattigim hesapsiz, tasasiz, plansiz bir uc gun...

Kacis noktam ve ben upuzun duzlugun ardinda kibrit copu kalinliginda gorunen insanlarin top kosturmalarini seyredip, zeytin cekirdeklerini dogayla kavusturup zeytin agaci ciksin dileklerinde bulunduk. Arada bir de cocuklugunun en guzel yaslarinda parandeler atan, abisinden gucluce duran sari kafali veleti seyredip gulumsedik. Yuzumde gunes ve tebessum daha guzel yasam kaynagi mi olur? Muzik olur mesela. O da vardi guzelinden.

Eve dogru yola ciktigimda 3 gunun muhasebesini yapabilmek icin yalniz kaldigimda uzun zamandir bu kadar dinginlesmedigimi farkettim. Kac gundur kacak oldugumu bile o an toplayip cikardim.

2 mi?
3 mu?
3.

Ruhum cekilmis gibi 5 cm havadan yere basamadan yururken metroda canli muzik yapan muzisyenle su replikte goz goze geldim: 'that was just a dream just a dream just a dream, dream...' .

O gozlerini kacirdi soylediklerinin benim icin ne ifade ettigi konusunda en ufak bir fikri olmadan, ben de havalandigim yukseklerden asagi inip cebimden 1 pound cikardim. Dizlerimi kirarak onune biraktim, gulumsedik.

Diyemedim ki ruya muya, bu 3 gunun ederi yoktu oysa.